Browse by:



Displaying: 1-20 of 149 documents

Show/Hide alternate language

1. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 10 > Issue: 1
Ece Saraçoğlu Orcid-ID
Ece Saraçoğlu
The Debate of Human Value in Direction of Kant’s Ethical Approach
abstract | view |  rights & permissions | cited by
İnsanın değeri problemi, Antik Çağdan günümüze uzanan çok köklü bir felsefi ve tarihsel birikime sahiptir. Immanuel Kant, bu problemi mantıksal düzlemde sistematikleştiren en önemli filozoflardan biridir. Çünkü Kant insanın değeri meselesi açısından saf aklın bağımsız, içeriksiz yasa, özgür isteme ve eyleme etkinliği adına dikkate değer bir bakış açısı sergilemiştir. Bu bağlamda Kant'ın etik öğretisinde iki temel özellik ön plana çıkar. Bunlardan ilki özgürlüğün ahlak yasasının bir varlık koşulu olması ve ahlak yasasının da özgürlüğün bilinme nedeni olmasıdır. İkinci özelik ise, insanın değeri ile ahlak yasası ilişkisinin, insanın etik eylemlerinin ölçütünü veren pratik aklın ilkelerini inşa eden bir çerçeve sunmasıyla alakalıdır. Kant’a göre iyi isteme, ahlak yasasına uygun olan istemedir. İnsanın değeri de yalnızca genel ve içeriksiz ahlak yasasına göre istemeyle korunabilmektedir. Dolayısıyla bu makalede öncelikle özgürlük ve ahlak yasası arasındaki ilişki tartışılmakta ve buradan hareketle insanın değerini açığa çıkartanın ahlak yasasına göre isteyip eylemek olduğuna dikkat çekilmektedir.

2. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 10 > Issue: 1
Ahmet Dinçer Çevik Orcid-ID
Ahmet Dinçer Çevik
The Nature and Status of Scıentıfıc Explanatıons in the Context of Anglosaxon Archaeology
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Geçmişte, insan düşüncesinin ürünü olarak üretilen maddi kalıntılar ve materyal kültürü ve bunların o topluluklar için ne anlama geldiğini; kültürel değişimleri ve kültürlerin birbiri ile olan etkileşimlerini neden sonuç ilişkileri ile açıklamaya odaklanmış bir bilim olarak arkeoloji, çalışmalarında disiplinlerarası yaklaşım ve yöntemleri kullanır. Arkeolojinin farklı disiplinlerle sürekli etkileşim halinde olduğu genel olarak üzerinde uzlaşı bulunan noktalardan biriyken bu alanda sunulan bilimsel açıklamaların doğası üzerine yürütülen tartışmalar nispeten sınırlı kalmıştır. Arkeolojideki açıklamaların doğasının incelenme girişimlerinde spekülasyonları eleyip kanıtlara ve kesinliğe ulaşma amacıyla birçok epistemik strateji arkeolojiye adapte edilmeye çalışılmıştır. Bu stratejiler geleneksel arkeolojinin endüktivist yaklaşımından yeni arkeolojinin dedüktivist yaklaşımına ve daha yeni dönemlerde en iyi açıklamaya çıkarım metoduna kadar çeşitlendirilebilir. Bu makalede, söz konusu epistemik stratejilerin arkeolojideki açıklamalarda nasıl kullanıldığı ile ilgili bilim felsefesi açısından ve Anglosakson arkeoloji geleneği bağlamında bir incelemesini yaparak arkeolojideki açıklamalar ile ilgili tartışmaların eğer yeni arkeoloji yaklaşımının ve bilim felsefesinin izleri takip edilecekse model temelli açıklamalara, post-süreçsel arkeolojinin izleri takip edilecekse de arkeolojik fenomenin açıklanmasından çok anlamlandırılması ve anlayışının kazanılmasını ön plana çıkartılan post-süreçsel arkeolojiye odaklanması gerektiğini iddia ediyorum.

3. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 10 > Issue: 1
Çağlar Koç Orcid-ID
Çağlar Koç
Husserl’s Phenomenology And Representationalism
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Eldeki yazıda ana hatlarıyla da olsa Husserl’ci fenomenolojiye neden temsilci bir teori denemeyeceğini ve fenomenolojik analizin bizi deneyimin şeffaf, bilinci tanımlayanın ise temsil edici bir yönelimsellik olduğu iddialarına karşı neden temkinle yaklaşmaya ikna etmesi gerektiğini göstermeye çalıştık. Buna göre: 1- Deneyimi ona damgasını vuran yönelimsel bilinç faaliyetinden hareketle analiz etmek daima mümkün olmakla birlikte, bilinç sadece bu yönelimsel faaliyetten ibaret değildir. Zira bilinç akışının bazı reel bileşenleri gayriyönelimsel yaşantılardan oluşmakla kalmaz, bizzat özbilinç de gayriyönelimsel bir yapıya sahiptir. 2- Bir deneyimde verili ve bilincinde olduğumuz tüm reel içerikler o deneyimin temsil muhtevasına katılmak zorunda değildir. 3- İki ayrı deneyimde aynı teşhir edici reel içeriği yaşadığımız halde farklı iki nesneyi temsil edebilir ya da ayrı teşhir edici içerikler yaşadığımız halde aynı nesneyi temsil edebiliriz. 4- Farklı bilinç kiplerinde aynı nesneye yönelebiliriz ki bu da tamamen öznel bir faktörün aynı nesneyi temsil eden deneyimleri birbirinden farklı kılabildiğini kanıtlar.

4. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 10 > Issue: 1
Didar Deniz Altinkaya Orcid-ID
Didar Deniz Altinkaya
The Role of Values in Science and Feminist Standpoint Theory
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Bilimde değerlerin rolü, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yoğun bir biçimde tartışılmıştır. Bilimin değerlerden bağımsız olması gerektiğini savunmak, esasen, bilimin nesnelliğini ve güvenilirliğini savunmak anlamına gelmiştir. Feminist bilim felsefecileri, bu idealin, aslında kadınlığın dışlanması yoluyla inşa edildiğini açığa vurarak, bilimde değerlerin rolü tartışmasına farklı ve çok önemli bir yön kazandırmışlardır. Bu çalışmada, feminist bilim felsefesi içinde önemli bir pozisyonu işgal eden feminist duruş noktası teorisine yönelik bir incelemeden hareketle, etik ve politik değerlerin bilimin ayrılmaz bir parçası olmakla kalmayıp, bilimin gelişmesine katkıda bulunabileceği savunulacaktır. Ayrıca belli türden değerlerin bilime dahil edilmesinin yalnızca bilim üzerinde değil, aynı zamanda değerler alanı üzerinde de olumlu etkileri olacağı ileri sürülecektir.

5. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 10 > Issue: 1
Tolgahan Toy Orcid-ID
Tolgahan Toy
A Review of Quine’s Center-Periphery Model
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Mantıkçı pozitivizm, inançlarımızı olgusal olanlar ve seçtiğimiz dile dair olanlar olmak üzere iki gruba ayırmaktadır. Sayı sistemleri, fizikalist bir dil, vs. dünya üzerine konuşabilmek için seçtiğimiz dillerdir. Bu diller aracılığı ile olguları, dış dünyayı ifade etmekteyiz. Olgulara dair yargılarımız sentetik olarak sınıflandırılmaktadır. Mantıkçı pozitivistler, seçtiğimiz dillerle ilgili olan önermeleri ise analitik olarak sınıflandırmaktadırlar. W.V.O. Quine, bu ayrımın temelsiz olduğunu iddia ederek, inançlarımızın dilsel/olgusal diye sınıflandırılmadığı bütünsel bir model geliştirmiştir. Ancak, Quine’ın modelinde analitik sentetik ayrımını çağrıştıran başka bir ayrım bulunmaktadır: çevre-merkez ayrımı. İnançlarımızın bir kısmı olgularla doğrudan temas halindeyken, diğerleri ağın görece kapalı bir noktasında yer almaktadırlar. Gila Sher, Quine’ın modelinden analitik sentetik ayrımını tamamen çıkarmanın yolunun modeli dinamik bir hale getirmek olduğunu iddia etmektedir. Dinamik modelde, önermeler bağlama göre ağın farklı noktalarında konumlanmaktadırlar. Çalışmamızda, çevre-merkez eksenli olmayan alternatif bir model önerilmektedir. Diğer bir ifadeyle, önerdiğimiz modelde, ağda bulunan inançların arasında, dış dünyayla etkileşimleri açısından, bir fark bulunmamaktadır. Modelimiz iki açıdan çevre-merkez eksenli modelden daha avantajlı durumdadır. Birincisi, Quine’ın karşı çıktığı analitik sentetik ayrımının hiçbir şekilde izlerini taşımamaktadır. İkincisi, Quine’ın pragmatizm teziyle daha uyumludur.

6. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 10 > Issue: 1
Melike Molaci Orcid-ID
Melike Molaci
Dreams and Dreamers in Stoic Philosophy
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Antikçağ insanı için düş görme bugün anlamakta hayli zorlanacağımız bir deneyimdi. Düşlerin, düş görenlerin ve düşleri yorumlayanların doğası Antikçağın sıradan insanları için olduğu kadar filozoflar, bilginler ve bilgeler için de merak konusuydu. Düş görme deneyimini araştıran Antikçağ filozofları birbirinden oldukça farklı sonuçlara ulaşmışlardı: Bir yanda düş görmeyi mistik bir deneyim, düşleri yorumlamayı da ustaca yahut kahince bir iş sayanlar vardı, öte yanda bunun aksini düşünen, hem düşlerin tanrısallığını hem de düş yorumculuğunu reddeden filozoflar bulunuyordu. Bununla birlikte bu karşıt kutupları uzlaştırmanın bir yolunu bulmuş görünen bir Antikçağ okulu, Stoacılık vardı. Stoacılar düşlere ve düş yorumculuğuna ilişkin yaklaşımlarıyla her iki görüşü de belirli bakımlardan benimsemiş, kehanete ve onun özel bir türü olan düş yorumculuğuna dair kuramlarıyla hem akla hem de inanca yer açmanın yollarını aramışlardı. Stoacıların bu konu hakkındaki görüşleri bugün için tali ve belki de anlamsızdır, fakat Antikçağ filozoflarının böyle bir konu hakkında ne düşündüklerini ve nasıl bir yol bulduklarını anlamaya çalışmak bilimle sözde bilimin, mistisizmle fizyolojinin, akılla inancın sınırları üzerine düşünmemiz için bir çağrıdır. Dolayısıyla bu çağrıyı dinlemek ve Stoacı düş görme deneyimini ayrıntılı olarak incelemek bu yazının amacını oluşturmaktadır. Bu amaç doğrultusunda yazıda “bilimsel bir mistisizm” ya da “mistik bir bilimcilik” şeklinde tanımlanmaya olanak veren Stoacı yaklaşım incelenmekte ve bunun tutarlı bir düşünme olup olmadığı tartışılmaktadır.

7. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 10 > Issue: 1
Deniz Kundakçi Orcid-ID
Deniz Kundakçi
A Competition of Pure Will: On Aristophanes’ Expectation of Amending the Democratic Regime with Reform in the Knights
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Atlılar oyununa yansıdığı şekliyle Aristophanes’e göre, Atina demokratik rejimi mevcut tüm kusurları ve demos’un aldığı yanlış kararlara rağmen; düzeltilemez yapısal problemlere sahip değildir. Rejim, özellikle Perikles sonrasında, kent idaresinde daha önce hiç söz sahibi olmamış ve ticari etkinliklerle sonradan zenginleşen yeni toplumsal tabakaların yönetiminde büyük bir yara almaktadır. Başta Kleon olmak üzere kendisini demos ile özdeşleştiren; ancak demos’a önderlik etmek veya kamu yararını düşünmek yerine; sadece kendi çıkar ve kazançlarını düşünen demagoglar, yönetimin hâlihazırdaki problemli durumunun temel sebebi olarak görülmektedir. Demos, seçilen yanlış liderler tarafından aldatılmaktadır. Aristophanes Atlılar oyununda komedya türünün kendine has özelliklerini de kullanarak bir yandan seçilmiş bu halk liderlerini çeşitli gerekçelerle tahkir etmekte; diğer yandan da Atina idaresinin eski zamanlardaki görkemine kavuşabilmesi için reformcu bir tutum sergilenmesi gerektiğine inanmaktadır. Reformun genel içeriği ise, demos’un Atina’yı ihtişamlı tarihi boyunca destekleyen soylu sınıflara yüzünü dönmesi ve Kleon gibi yeni tip liderlere ise bir an önce sırt çevirmesinden oluşmaktadır. Atlılar bu açıdan bir yandan iktidarı temsil eden politik sınıflar arası kırılmaya işaret ederken, diğer yandan da yeni tip politikacı tipolojisinin eleştirisine soyunmaktadır. Bu makalede, seçkin Atinalı bir şair olarak Aristophanes’in, Atlılar komedyasından hareketle Atina idaresinin M.Ö. 5. yüzyıldaki politik durumu ve şairin idareye yönelik beklentileri sorgulanmaya çalışılacaktır.

araştirma makaleleri /research articles araştirma makaleleri /research articles

8. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 2
Murat Baç Orcid-ID
Murat Baç
An Investigation on the Anthropological and Phenomenological Modes of Philosophy of Technology
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Öz: Teknoloji felsefesi görece olarak genç bir akademik alt-alan olmakla birlikte, ontoloji, epistemoloji, siyaset felsefesi, etik ve estetik gibi felsefe disiplininin daha köklü alt-alanlarıyla önemli bir kavramsal ilişki ağı içinde bulunmaktadır. Ayrıca bu dalın temel bazı meselelerinin derinlemesine incelenmesinin sosyoloji, antropoloji, psikoloji ve siyasi bilimler gibi disiplinlerin birikimlerinden ve yaklaşımlarından yararlanmayı da gerekli kıldığını belirtebiliriz. Bu yazımda teknoloji felsefesi alanını genel hatlarıyla ve güncel olgular ışığında kısaca tanıttıktan sonra, bu alanda ilginç ve kuramsal yönden değerli bulduğum iki sorunsalı sergileyip irdeliyorum. İlki toplumsal bir gerçek olarak teknolojinin nasıl bir doğası, karakteri veya kendini ileri taşıma itkisi olduğunun sorgulanmasıdır. Bu çerçevede, söz konusu literatüre 20. yüzyılda önemli katkılar yapmış olan Jacques Ellul, Hans Jonas ve Arnold Gehlen’in antropolojik-felsefi boyuttaki önemli bazı düşüncelerini açıklayıp tartışıyorum. İkinci olarak, Albert Borgmann’ın Heidegger’in fikirlerinden ilham alarak ürettiği “odaklı pratikler” kavramını betimleyerek onun görüşlerine gelen tepkilerden bazılarını ele alarak inceliyorum. Yazının son kısmında, çağdaş teknolojinin çoğulculuk, değişkenlik ve geçişkenlik kavramları üzerinden oluşan yeni felsefi kimliğine ilişkin bazı görüngübilimsel düşünceler sunuyorum.
9. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 2
Cansu İrem Meriç Orcid-ID
Cansu İrem Meriç
Bilişi Gerçekleştirmenin Farklı Bir Yolu Olarak Genişletilmiş Zihin
abstract | view |  rights & permissions | cited by
The main claim of the famous paper “The Extended Mind”, written by Clark and Chalmers (CC), is that the mind could literally extend into the external world. Among the many opponents of this claim, Robert Rupert has raised two main objections against it. The first, depending on the acceptance or denial of the possible 4th feature the hypothesis of extended cognition (HEC) is either insignificant or implausible and the second, external cognitive states are so immensely different from internal ones that they should be counted as distinct. In this paper, I will not only answer Rupert’s criticisms through system-respond and differences in R-properties, but I will, in the end, also respond to the criticisms on extended mind, which are based on the observation that it is not as groundbreaking as it first appeared to be, and claim that even if that is the case, it doesn’t posit a problem to its significance.
10. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 2
Fahrettin Taşkin Orcid-ID
Fahrettin Taşkin
On the Concept of Nothing in Heidegger
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Sadece dış dünya değil, düşünülebilir şeyler de ‘var’dır. Bu durumda Varlık ile belirlenmemiş olan, yolu Varlık’tan geçmemiş olan bir şey düşünülemez. Düşünülebilir şeyler arasında yalnızca Hiç’e varlık atfedilemez, zira ona varlık atfedildiği anda o, artık Hiç olmayacaktır. Bu nedenle Heidegger Hiç için ‘Hiçer’ ifadesini kullanır. Yine de bu, Hiçin Varlık soruşturmasında dışarıda bırakılması gerektiği anlamına gelmez. Hiç tam da ‘varlık-sız’ olduğundan Varlığın anlamını soruşturmak için önemli bir perspektif imkânı sunar. Heidegger, ‘varolanlar vardır’ denildiğinde, asıl üzerinde durulması gerekenin ‘vardır’ ifadesi olduğunu düşündüğünden Varlığın anlamını, ‘varolanlardan soyarak’ daha önce yapılmamış bir tarzda soruşturur. Biz de burada onun bu soruşturmada başvurduğu en önemli kavramlardan biri olan Hiç üzerinde duracağız. Heidegger, Varlığın anlamını soruşturmak için Hiçi öyle bir tarzda ele alır ki bu Hiçin sonunda Hiç olarak kalıp kalmayacağından şüphe edebilir ve şunu sorabiliriz: Bir fenomen olarak ele alınan Hiç, tamamen boş ve hatta üzerinde düşünülemeyecek bir Hiçliği mi işaret eder, yoksa o, bir şekilde ele geçirilebilir bir ‘şey’ midir? Bir şekilde tecrübe edilebiliyorsa o, artık Hiç olarak kalabilir mi? Heidegger’e göre Hiç, bir şekilde dünyaya gelerek insan varlığında ele geçirilebilir, öyleyse biz de burada onun Hiçi, Hiç olarak bırakmadığını ve Varlığa taşıdığını savunacağız.
11. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 2
Ogan Yumlu Orcid-ID
Ogan Yumlu
Kant’s Principle of Publicity on the Intersection Point of Law, Politics and Morality
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Bu makale, Kant tarafından hukukun formel niteliği olarak tanımlanan aleniyet ilkesinin nasıl yorumlanması gerektiğine dair bir tartışma sunmaktadır. Kant bu ilkeye yalnızca Ebedi Barış adlı makalesinde kısaca değinmiş olmasına rağmen aleniyet ilkesi Kant felsefesinin hukuk, siyaset ve ahlak boyutlarının kesişim noktasında önemli bir yer tutmaktadır. İncelemede Kant’ın Ebedi Barış adlı makalesinin yanı sıra diğer ilgili eserlerinde sunduğu fikirler de dikkate alınarak, aleniyet ilkesine dair iki farklı yorumun imkanından söz edilecektir. Birinci yorum, onun Ebedi Barış makalesinden türeyen ve ‘monolojik yorum’ olarak adlandırılabilecek bir yaklaşımdır; ikinci yorum ise Aydınlanma Nedir makalesinden hareketle türetilebilecek alternatif bir okumayla şekillenen ‘diyalojik yorum’dur. Birinci yorumda aleniyet ilkesi, a priori nitelikte bir düşünce usulü olarak değerlendirilmektedir; ikinci yorumda ise aynı ilke kamuoyu önünde gerçekleşecek fiili bir tartışmaya işaret etmektedir. İncelemenin sonuç kısmında Kant felsefesinde aleniyet ilkesine dair hem monolojik hem de diyalojik yorumun bir karşılığı bulunduğu savunulacaktır.
12. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 2
Doğan Barış Kilinç Orcid-ID
Doğan Barış Kilinç
Who Really Started Philosophy or First Philosophers
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Sadece tarihi ilgilendiriyor gibi görünen felsefenin başlangıcı problemi, şüphesiz tarihsel bir meseledir, ama aynı zamanda felsefenin kendisine de ait bir konudur, çünkü bu probleme ilişkin değerlendirmeler zorunlu olarak felsefenin doğasını açığa vurmaktadır. Felsefeyi Miletli Thales’in başlattığına ve ilk filozof olduğuna dair yerleşik bir gelenek söz konusudur; bununla birlikte, felsefe kendine özgü belirlenimler kazanıp kendini belirlemesini sağlayan belli bir gelişme sürecinin ürünüdür ve bu bakımdan birçok filozofun emeğine gerek duymuştur. Felsefe tarihinin ilk döneminde Grek filozoflar yeni başlangıçlar yapmışlar ve böylelikle felsefenin yeni yönlerinin açığa çıkmasına hizmet etmişlerdir. Bu çalışmada, felsefenin sadece bir kurucusu değil kurucuları olduğunu vurgulamak üzere Thales’ten Aristoteles’e dek Grek filozofların felsefenin oluşumuna sağladıkları katkı irdelenecektir.
13. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 2
Mehmet Fatih Elmas Orcid-ID
Mehmet Fatih Elmas
Happiness as a Subject of Ethics in Kant and Religiousness Based on Morality
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Düşünce tarihinin neredeyse her döneminde insanı ahlaki bir faile dönüştürebilmek amacıyla çeşitli kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramlarda genel olarak insanın ahlaki bir ilkeyi kendi eylemsellik alanına tatbik etmesi için gerekli olan şeyin ve erdemli davranışlarla erişilmesi hedeflenen mutluluğun ne olduğu üzerine bir düşünme faaliyeti gerçekleşir. Geliştirilen yanıtlar arasında şüphesiz çok seçkin bir yere sahip olan kuram, Kant’a aittir. Kant’a göre doğa alanında eğilim ve isteklere bağlı davranışlarla amaç olarak mutluluğa ulaşmak, insanı ahlaklı kılmaz. Bu bakımdan, insanı mutlu kılan şeyin değil, onu iyi yapan, bir ahlaki faile dönüştürmenin olanağını soruşturur. En yüksek iyiyi gerçekleştirmeyi, eğilim ve isteklere bağlı bir amaç olarak belirlenen çeşitli türden mutluluklara ulaşma çabasıyla eşitleyen tüm anlayışlar karşısında Kant, en yüksek iyiyi gerçekleştirmenin ilk koşulunu ahlaklılık, ikinci koşulu olarak –birinci koşul sağlandığı takdirde- ortaya çıkacağına inandığı mutluluk olarak belirler. Ona göre yalnızca ahlak yasasıyla belirlenen erdemli davranışların sonucunda gerçekleşeceği beklenen, aklın bir ideali olarak mutluluk insanı ahlaklı kılabilir. Nitekim özerk bir biçimde kendisi için koyduğu yasayla, akıl sahibi bir varlığını kişilik sahibi bir varlığa dönüştüren insan aynı zamanda ahlaki değer taşıyan davranışlarda bulunmanın sonucunda hep bir beklentisi olan bir varlıktır. İnsanın bu beklentisine yanıt, dinden gelir. Burada Kant, geliştirdiği ahlak öğretisinin mutluluk öğretisi olarak da adlandırılabilmesinin koşulunu ortaya koyar. Buna göre sırf akıl talep ettiği için insana ödevler yükleyen yasa zemininde temellenen en yüksek iyiyi gerçekleştirme isteğiyle, aklın yasa koyuculuğu altında yaşadığımız için içimizde doğan iyiyi gerçekleştirme arzusuyla dine yönelindiğinde ancak ahlak öğretisi bir mutluluk öğretisi olabilir. Bir başka deyişle, yalnızca ahlaklılık temelinde tesis edilen bir dinsellikle mutluluk ahlaki kılınabilir. Bu yazıda mutluluğun nasıl ahlaki kılınabildiği ya da mutluluğa layık olabilmek için ne yapılması gerektiği konusu irdelenip, en yüksek iyiye yönelen insana yüklenilen ödevlerin tanrısal buyruklar olarak benimsenmesiyle mutluluktan pay alma umudunu doğuran ahlak temelli din anlayışına dikkat çekilmektedir.
14. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 2
Ercan Salgar Orcid-ID
Ercan Salgar
Atomist Philosophy and Modern Science
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Modern bilimin kuruluş sürecinde, Grek menşeli atomcu felsefenin bir etkisinin olup-olmadığı ya da olduysa hangi bakımlardan olduğu bir tartışma konusudur. Söz gelimi E. Burtt, A. Koyré ve T. Kuhn gibi bilim filozofları, modern bilimin kuruluşunda atomcu felsefenin, bariz bir etkisinin olmadığını ileri sürerlerken, A. Chalmers ve D.C. Lindberg gibi düşünürler ise belirli bir düzeyde etkisinin olduğunu iddia etmişlerdir. Bu çalışmanın amacı, modern bilimin oluşum sürecinde Grek menşeli atomcu öğretinin ne türden bir etki ve öneme sahip olduğunu araştırmaktır. Bu maksatla öncelikle Grek menşeli atomcu öğretinin temel görüş ve tezleri, kısaca ortaya konulmuş daha sonra bu görüşlerin tarihsel süreç içerisindeki seyri betimlenmiş ve nihayetinde bu öğretinin modern dönemde özellikle de P. Gassendi, R. Boyle ve I. Newton gibi düşünürler üzerinde ne türden bir etkisinin olduğu ortaya konulmuştur. Nihayetinde modern bilimi nihai formuna ulaştıran düşünürün I. Newton olduğu kabul edildiğinde, Epikuros üzerinden alınan atomcu öğretinin, Newtoncu bilim tasarımını oldukça şekillendirdiği söylenebilir.
15. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 2
Özlem Barin Gürbüz
Özlem Barin Gürbüz
İtki Olarak Bergson’un Süre Kavramı
abstract | view |  rights & permissions | cited by
A renewed interest into the philosophy of Bergson in the last decades brings his central notion duration to the fore of lively discussions. This renewed interest certainly has its source in Deleuze’s Bergsonism, where he declared Bergson’s philosophy as an alternative to phenomenology that dominated the philosophical discussions throughout the 20th century. Deleuze’s attempt to put Bergson as an alternative to phenomenology was a protest against the phenomenological tradition, which denounced Bergson’s analysis of duration as it is first developed in Time and Free Will as remaining within the confines of psychological realism and reducing time to a flowing, fluid thing that resides in consciousness. In an attempt to contribute to the Deleuzian interpretation that defends Bergson’s notion of duration against its phenomenological criticisms, I argue in the present study that the notion of duration as developed by Bergson in Time and Free Will can be best interpreted in terms of a Leibnizian notion of force. Following Bergson’s criticism of reduction of time to a homogeneous medium in the work of Kant, I introduce Bergson’s analysis of duration as a drive that prolongs the past of consciousness into its present. In doing this I take a detour through Heidegger’s interpretation of Leibniz’s vis activa as drive.
16. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 1
James Griffith Orcid-ID
James Griffith
Adaletin Anarşisi: Hesiodos’un Kaos’u, Anaksimender’in Apeiron’u ve Geometrik Düşünce
abstract | view |  rights & permissions | cited by
This article examines Hesiod’s Chaos and Anaximander’s apeiron individually and in relation to each other through the frame of René Descartes’ notion of natural geometry and through bounds and limits in Euclid and Immanuel Kant. Thanks to this frame, it shows that, in his poetic vision, Hesiod saw in Chaos the act of bounding such that different things can appear while, in his speculative vision, Anaximander saw in the apeiron the self-limiting limit of bounded things, which is to say, time as distinct from the temporality of bounded things resulting from Chaos. Thus, together, Chaos and the apeiron present the spatiotemporal order of the world. Finally, delving further into Anaximander’s fragment shows that the justice (dike) ruling over all includes the apeiron as the time foundational to temporality, meaning justice is without foundation and therefore anarchic.
17. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 1
Ayşe Gül Çivgin, Orcid-ID Ümit Öztürk Orcid-ID
Ayşe Gül Çivgin
Different Scenes from the Artist’s Making: A Return from Aristotle to Plato on the Axis of “Tragedy”
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Bu çalışma, Aristoteles ve Platon özelinde, “poiēsis” fiilinin iki farklı tarzda kavramsallaştırmasından doğan yapıca uzlaşmaz iki “tragedya” anlayışını irdeleme amacı taşımaktadır. Bunun için, Peri Poiētikēs Tekhnēs ile Politeia metinleri yol gösterici olarak seçilmiştir. Tartışmamızı “mimēsis” bağlamına yerleştirerek, bir yandan “poiēsis” etkinliğine diğer yandan ise “poiēsis” etkinliğinin gerçekleştiricisi olan “poiētēs”e yönelip, bu kavramların bahsedilen iki filozofun “sanat” ve “felsefe” kavrayışlarındaki yerini açmayı deniyoruz. Bu denemeyi ise tragedya bağlamında karşımıza çıkan fâil, fiil, münfâil hâl ve seyirci mefhumları üzerinden derinleştirmeye çalışıyoruz. Böylece, sunduğumuz eleştirel değerlendirmelerden hareketle, aslında Aristoteles’in değil, fakat Platon’un “sanat”ın bir “tekhnē (ustalık)” ve “poiētikē (yaratıcılık)” olarak asıl anlamını yakalamış olabileceğine dair bir ipucu bırakıyoruz.
18. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 1
Zeynep Duran Orcid-ID
Zeynep Duran
The Rejection of Eudaimonism in the Cyrenaic School
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Antik Yunan felsefesinde “nasıl yaşamalıyız?” sorusuna farklı okullar tarafından verilmiş farklı cevaplar, büyük ölçüde “mutluluk ahlakı” (eudaimonism) ile ilişkilendirilir. Buna göre, insan yaşamının nihai ereği, merkezinde erdemin yer aldığı mutluluktur. Sokratesçi küçük okullar arasında yer alan ve kendine özgü bir hazcı ahlak anlayışı benimseyen Kirene Okulu ise, haklarındaki sınırlı antik kaynaklardan edindiğimiz tanıklıklar ışığında, bu genel çerçevenin dışında duruyor gözükür. Bu yazı, Okulun ahlak kuramının geleneksel Yunan mutluluk ahlakı ile uyuşmama iddiasını, Okulun benimsediği şüpheci bilgi kuramı ile gerekçelendirmeyi amaçlamaktadır. Bunun için, Okulun, bilgi kuramlarına dayanan üç temel fikir kabul ettiği öne sürülmüş ve bu fikirler doğrultusunda mutluluk ahlakı altında yer alan varsayımları reddettiği gösterilmeye çalışılmıştır.
19. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 1
Anıl Ünal Orcid-ID
Anıl Ünal
“Borges’” Refutation of the Subject
abstract | view |  rights & permissions | cited by
Bu çalışma, Jorge Luis Borges’in Öteki Soruşturmalar ismiyle 1952’ de yayınlanmış denemelerinden “Zamanın Yeni Çürütülmesi” nin yakın okumasını sunuyor. Orijinal makale birbirinden farklı anların özdeşliği düşüncesi üzerinden özneyi ve zamanı yadsıyor. Bu çalışma ise orijinal argümana tümüyle sadık bir biçimde odağa özneyi ve böylece de yazarı yerleştirerek meseleyi tekrar tartışmaya açıyor. Bu tartışmaya orijinal makalede de olduğu gibi Berkeley ve Hume’un fikirleri eşlik etmektedir. Bu fikirleri tekrar ele alma düşüncesinin ardındaki motivasyon Borges’in fikirlerini çürütmek ya da yeni fikirler ile desteklemekten çok, Borges’in tüm yazınına nüfuz eden – tam da öznenin yitirilmesi üzerinden yazma fiilinin faillerini yazma ediminde birleştiren – kuramsal yapının ortaya konulduğu bir yazma performansı olarak anlaşılabilir.
20. Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy: Volume > 9 > Issue: 1
Erinç Aslanboğa Orcid-ID
Erinç Aslanboğa
Kaybin Farkli Kipleri Üzerine Bir Deneme
abstract | view |  rights & permissions | cited by
This article, starting with the experience of the other's death, thinks about the questions and problems revealed by different modalities of loss. Mourning and Melancholia, the text written by Freud during the First World War and the critical rereading of this text by Derrida and Butler constitute the main axis of this article. Initially, the Freudian definition of mourning and melancholy, their distinctive features, their points of convergence and divergence, the relationship between so-called normal mourning and so-called pathological melancholy will be presented to show the ambiguity of their limits and their opposition. Secondly, one of the distinctive features of Freudian melancholy that is the transformation of the loss of the other into the loss of the self will be taken up and problematized in dialogue with Butler to bring out the place of the other as well as of its loss in the constitution of the self. This discussion makes it possible to expose how the loss of the other, which moves us from the question of detachment to that of attachment, reveals the non-identity of the self, altered by the other. The third part of this article, problematizing the finality of mourning, which is the substitution of the other, focuses on Derrida's thought that renew the approach to mourning and melancholy by introducing the concepts of “introjection” and “incorporation”. Derrida's ethic of mourning, which aims to avoid the assimilation of the other to the same, is based on a double bind between the possibility and the impossibility of mourning. The article concludes with a brief review of the relationship between identity and alterity revealed by different modalities of loss to respond differently to the question: How to return to life after the experience of the other's death?